RAVZA-İ SAADETTE CANIM ARZULAR SENİ
Peygamber-i Zişan Efendimizin dua ve niyazına, talep ve istirhamına Cenab-ı Mevla’nın ne büyük değer verdiğini, onu gerçekten de alemlere rahmet kıldığını gösteren ayet-i kerimelerden biri şudur:
Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı” [Nisa suresi (4), 64].
Bu ayette, ayetin baş ve son tarafında Cenab-ı Mevla, Peygamber Aleyhisselam’a itaatin öneminden ve zaruretinden bahsetmekte, esasen onun insanlar için bulunmaz bir nimet, ele geçmez bir devlet olduğunu belirtmekte, buna misal olmak üzere, o devr-i saadette yaşayıp da günah, hata, isyan batağına düşen ve böylece kendilerine yazık eden kullarına şöyle bir kurtuluş yolu göstermektedir. Günah kirine bulandıkları zaman Resul-i Ekrem’in yanına gelmelerini, orada Allah’a el açıp Bizi bağışla!” diye yalvarmalarını ve yine orada Allah’ın Habibine, ne olur bizim bağışlanmamız icin Allah’a dua et, diye istirhamda bulunmalarını tavsiye etmekte, işte o zaman Cenab-ı Hakk’ın onların tövbesini kabul edeceğini müjdelemektedir.
İslamiyet’in gelişip yayılması uğrunda canlarını ortaya koyan Ashab-ı Kiram efendilerimiz, Allah’ın dini güçlenip varlığını ispat edinceye kadar dayanılması zor sıkıntılar çekmişlerdir. Bunun yanında Allah’ın Resulü’nü her zaman görmek, onu dinlemek, onun feyzi ve bereketiyle mana ikliminde erişilmez yollar almak gibi bulunmaz imkan ve imtiyazlara sahip idiler. Bu imtiyazlardan biri de, ayet-i kerimede belirtildiği üzere, bir sıkıntıya düşünce Resulullah Efendimiz’e koşmak, onun kendileri için dua ve istiğfar etmesini niyaz edebilmekti.
Gelmiş geçmiş insanların en güzelini görememiş olsak da, onun getirdiği haberleri mübarek ağzından dinleme bahtiyarlığına eremesek de çok şükür bir başka imkana ve güzelliğe her zaman sahibiz. Onun mübarek vücudunu kucaklayan topraklara, ravza-i pakine varmak, orada gözyaşı dökerek Şefaat ya Resulallah!” diye lutf u keremine sığınmak her zaman mümkündür. İbnu’s-Sabbag diye bilinen ve Nizamiye Medresesi’nin ilk hocalarından olan Bağdatlı Şafii fakihi Ebu Nasr Abdusselam İbni Muhammed’in (o. 477G1084) eş-Şamil adlı fıkıh kitabında Utbi’den (muhtemelen hicri 228’de vefat eden Basralı edib ve şair Muhammed Ibni Ubeydullah el-Utbi) naklettiği şu olay İbni Kesir Tefsiri’nde de bulunmaktadır (II, 329):
Utbi Peygamber-i Zişan Efendimizdin kabr-i saadetlerinin yanında otururken bir bedevi çıkageldi ve Resulullah Efendimiz’e hitaben:
es-Selamu aleyke Ya Resulallah! Ben Allah Teala’nın Eger onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı” buyurduğunu işittim. İşte ben de günahlarımın bağışlanması için Rabbimin huzurunda bana şefaatçi olmanı niyaz etmeye geldim” dedi. Sonra da şu beyitleri okudu:
Ey bedeni toprağa gömülen hayru’l-enam
Burcu burcu kokutmuş bedenin dağı taşı
Senin sakin olduğun kabre canım fedadır
Ordadır şeref, seha, sensin kerimler başı
Utbi diyor ki, daha sonra bedevi dönüp gitti. Gözlerim ağırlaştı, uyuya kalmışım. Rüyada Nebiy-yi Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem’i gördüm. Bana Utbi! Bedeviye yetiş! Allah Teala’nın onu bağışladığını müjdele!” buyurdu.
Keşke Toprak Olsaydım
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ravza-i Mutahhara diye dilimize tespih ettiğimiz Kabr-i Saadeti, yüzyıllar boyunca Kabe-i Muazzama’dan sonra Müslümanların en fazla ziyaret ettiği mübarek bir mahal olmuştur. Çünkü İslam tarihi boyunca bütün İslam uleması Kabr-i Saadeti ziyaret etmeyi en faziletli amellerden, manevi dereceler kazanma şekillerinden, Cenab-ı Hakk’ın rızasını elde etme yollarından biri kabul etmişlerdir. Bunun böyle olduğunu Peygamber Aleyhisselam da belirtmiş, sadece Kabe-i Muazzama’yı, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı ve Medine’deki Mescid-i Nebevi’yi ziyaret etmek için seyahate çıkılabileceğini söylemiştir (Buhari, Savm 67; Muslim, Hac 415). İşte bu sebeple mü’min gönüller yüzyıllar boyu Ravza-i Mutahhara’nın hasretiyle kavrulmuş, orayı bir defacık olsun görebilmek, eşiğine yuz sürebilmek arzusuyla yanıp tutuşmuştur. Daha önceki yıllarda okuduğunuz muhtelif sohbetlerde, bilhassa Vuslat Arzusu” (Canim Arzular Seni, s. 53-58) adlı yazıda, Peygamber aşıklarının Ravza-i Pak-i Resule duydukları hasreti dile getirmeye çalışmıştık, Bu sohbetimizde de ayni hasretle tutuşan bazı aşıkların iniltisine kulak verelim. Şairi bilinmeyen şu beyitte aşık, kendi gönlünde Ravza-i Resul’un engin ve müstesna bir yeri bulunduğunu, onun kainatta eşi menendil bulunamaz bir hazine olduğunu söyle ifade etmektedir: Gökyüzü İki Cihan Sultanı’nın Ravza’sını yeryüzünde görünce büyük bir kıskançlığa kapıldı ve Ah! Keşke ben de toprak olsaydım” dedi:
Ravza-i Sultan-i kevneyni zemin üzre görüp
Dedi reskinden felek ya leyteni kuntu turab
Neccarzade Seyh Rıza Efendi (o. 1159G1746) na’tının bir beytinde, cennet bahçelerinden bir bahçe olan Ravza-i Nebi’yi ziyaret eden aşıkların bütün muradlarına ermiş olacaklarını, artık cennete, oradaki hurilere ve köşklere ihtiyaç duymayacaklarını belirterek diyor ki:
Ziyaret eyler iken Ravza-i rızvanını uşşak
Ne hacet cennet u hur u kusura ya Resulallah
Yozgatlı Muhammed Said Fenni Resulullah’ın Ravza-i pakını görmeden ölecek olursa, vücudundan arta kalan kemiklerin kıyamete kadar eyvah” diye dövüneceğini söylüyor. Bütün arzusunun Ravza’nın eşiğine varıp Hicaz topraklarına yüz sürmek ve böylece şu dünyadan murad almak olduğunu söylüyor ve günahkar Fenni’yi lütufkar kapısından ayırmamasını talep ederek Ey Ebu’l-Kasım, ey Allah’ın Resulü sana sığındım” diyor:
Eğer görmezden evvel can verirsem Ravza-i paki
Mezarımda der ecza-yi izamım haşredek eyvah
Felekte olmeden bir kam alaydim asitanindan
Sureydim ruyumu hak-i Hicaz’a ah Efendim ah
Kulun Fenni-i pur-curmu ayirma bab-i lutfundan
Dahilek ya Ebe’l-Kasim, dahilek ya Resulallah
Bugün maddi imkanı olan Müslümanlar en seri vasıtalarla birkaç saat içinde Kainatın Efendisi’nin huzuruna varabiliyorlar. Ona duydukları derin özlemi ve şefaat niyazını yüce huzuruna sunabiliyorlar. Bir zamanlar tren ve gemi ile günlerce süren yolculuktan sonra Hicaz topraklarına varanlar, at, eşek ve deve sırtında veya yaya olarak kum çöllerinde aylarca yolculuk yapanlara nispetle daha şanslı idiler. Hac yolculuğu ne kadar zor şartlar altında yapılırsa yapılsın, Peygamber hasretiyle kavrulanlar o gönül çeken mübarek diyarda Resulullah’ın Ravza’sının amber kokulu toprağına yüz sürebilmek için her sıkıntıya seve seve katlanmaya razı olduklarını belirtmişler ve İffet Efendi gibi, Ey Allah’ın Resulü! Yeter ki sen Cenab-ı Mevla’nın senin ziyaretini bize nasip etmesini sağla” diye niyazda bulunmuşlardır:
Riyaz-i Ravza’ni gormek o anber hake yuz surmek
Muyesser kil muyesser kil muyesser ya Resulallah
Huzur-i Saadette
Medine’ye gitme ve Mescid-i Nebevi’de Resul-i Zişan’ı ziyaret etme bahtiyarlığına eren kardeşlerimiz, bu saadetin her kula nasip olmadığını düşünmeli ve ziyaret edeplerine son derece dikkat etmelidir. Allah’ın Resulü’nü hayatta iken görme imkanına sahip olsaydı, onun huzuruna çıkarken giyimine kuşamına, beden temizliğine ve ziyaret edeplerine nasıl riayet edecekse yine öyle yapmalıdır. Salat u Selamı dilinden düşürmemeli, gelmiş geçmiş bütün insanların en hayırlısının huzuruna gitmekte olduğunu hatırından çıkarmamalı, onun büyüklüğüne, şan ve şerefine uygun bir tavır takınmak gerektiğini hiç unutmamalı, gönlünü bu önemli buluşmaya hazırlamalıdır. Mescid-i Nebevi’ye girerken ve çıkarken okunması uygun olan duaları okumaya çalışmalı, Peygamber mescidine her girişte mutlaka iki rekat tahiyyetu’l-mescid namazı kılmaya gayret etmelidir. Resulullah Efendimizin yatmakta olduğu hücre-i saadete varınca yönünü oraya çevirmeli, soldaki yuvarlak pencerenin önünde ve bir iki adim uzakta durmalı, şebeke-i Muhammedi denilen parmaklıklara el sürmemelidir. Zira Resulullah’a saygı bunu gerektirir. Kainatın Efendisi’nin huzurunda bulunduğunu kendisine devamlı surette telkin ederek dünyevi düşünceleri zihninden atmaya çalışmalıdır. Onun sayesinde Müslümanlıkla şereflendiğini, bu devlete onun sayesinde erdiğini hatırlamalıdır.
Medine’de kaldıkları surece Mescid-i Nebevi’de daha çok bulunmaya, orada ibadet edip Kur’an okumaya, Salavat-ı Şerifeyi dilden düşürmemeye gayret etmelidir. Zaruri olan bir iki kelimelik konuşma dışında Mescid-i Nebevi’de kesinlikle sohbet etmemeli, diğer Müslüman kardeşlerinin manevi havasını bozacak, onları rahatsız ve tedirgin edecek davranışlardan uzak durmaya azami surette dikkat etmeli ve Efendim biraz ileride uyuyor” diye düşünmelidir.
Resulullah muhabbetiyle dolu gönüllerinizin onun Ravza-i saadetinde murada ermesini niyaz ederim, sevgili kardeşlerim...
Prof. Dr. M.Yaşar KANDEMİR
Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı” [Nisa suresi (4), 64].
Bu ayette, ayetin baş ve son tarafında Cenab-ı Mevla, Peygamber Aleyhisselam’a itaatin öneminden ve zaruretinden bahsetmekte, esasen onun insanlar için bulunmaz bir nimet, ele geçmez bir devlet olduğunu belirtmekte, buna misal olmak üzere, o devr-i saadette yaşayıp da günah, hata, isyan batağına düşen ve böylece kendilerine yazık eden kullarına şöyle bir kurtuluş yolu göstermektedir. Günah kirine bulandıkları zaman Resul-i Ekrem’in yanına gelmelerini, orada Allah’a el açıp Bizi bağışla!” diye yalvarmalarını ve yine orada Allah’ın Habibine, ne olur bizim bağışlanmamız icin Allah’a dua et, diye istirhamda bulunmalarını tavsiye etmekte, işte o zaman Cenab-ı Hakk’ın onların tövbesini kabul edeceğini müjdelemektedir.
İslamiyet’in gelişip yayılması uğrunda canlarını ortaya koyan Ashab-ı Kiram efendilerimiz, Allah’ın dini güçlenip varlığını ispat edinceye kadar dayanılması zor sıkıntılar çekmişlerdir. Bunun yanında Allah’ın Resulü’nü her zaman görmek, onu dinlemek, onun feyzi ve bereketiyle mana ikliminde erişilmez yollar almak gibi bulunmaz imkan ve imtiyazlara sahip idiler. Bu imtiyazlardan biri de, ayet-i kerimede belirtildiği üzere, bir sıkıntıya düşünce Resulullah Efendimiz’e koşmak, onun kendileri için dua ve istiğfar etmesini niyaz edebilmekti.
Gelmiş geçmiş insanların en güzelini görememiş olsak da, onun getirdiği haberleri mübarek ağzından dinleme bahtiyarlığına eremesek de çok şükür bir başka imkana ve güzelliğe her zaman sahibiz. Onun mübarek vücudunu kucaklayan topraklara, ravza-i pakine varmak, orada gözyaşı dökerek Şefaat ya Resulallah!” diye lutf u keremine sığınmak her zaman mümkündür. İbnu’s-Sabbag diye bilinen ve Nizamiye Medresesi’nin ilk hocalarından olan Bağdatlı Şafii fakihi Ebu Nasr Abdusselam İbni Muhammed’in (o. 477G1084) eş-Şamil adlı fıkıh kitabında Utbi’den (muhtemelen hicri 228’de vefat eden Basralı edib ve şair Muhammed Ibni Ubeydullah el-Utbi) naklettiği şu olay İbni Kesir Tefsiri’nde de bulunmaktadır (II, 329):
Utbi Peygamber-i Zişan Efendimizdin kabr-i saadetlerinin yanında otururken bir bedevi çıkageldi ve Resulullah Efendimiz’e hitaben:
es-Selamu aleyke Ya Resulallah! Ben Allah Teala’nın Eger onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı” buyurduğunu işittim. İşte ben de günahlarımın bağışlanması için Rabbimin huzurunda bana şefaatçi olmanı niyaz etmeye geldim” dedi. Sonra da şu beyitleri okudu:
Ey bedeni toprağa gömülen hayru’l-enam
Burcu burcu kokutmuş bedenin dağı taşı
Senin sakin olduğun kabre canım fedadır
Ordadır şeref, seha, sensin kerimler başı
Utbi diyor ki, daha sonra bedevi dönüp gitti. Gözlerim ağırlaştı, uyuya kalmışım. Rüyada Nebiy-yi Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem’i gördüm. Bana Utbi! Bedeviye yetiş! Allah Teala’nın onu bağışladığını müjdele!” buyurdu.
Keşke Toprak Olsaydım
Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ravza-i Mutahhara diye dilimize tespih ettiğimiz Kabr-i Saadeti, yüzyıllar boyunca Kabe-i Muazzama’dan sonra Müslümanların en fazla ziyaret ettiği mübarek bir mahal olmuştur. Çünkü İslam tarihi boyunca bütün İslam uleması Kabr-i Saadeti ziyaret etmeyi en faziletli amellerden, manevi dereceler kazanma şekillerinden, Cenab-ı Hakk’ın rızasını elde etme yollarından biri kabul etmişlerdir. Bunun böyle olduğunu Peygamber Aleyhisselam da belirtmiş, sadece Kabe-i Muazzama’yı, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı ve Medine’deki Mescid-i Nebevi’yi ziyaret etmek için seyahate çıkılabileceğini söylemiştir (Buhari, Savm 67; Muslim, Hac 415). İşte bu sebeple mü’min gönüller yüzyıllar boyu Ravza-i Mutahhara’nın hasretiyle kavrulmuş, orayı bir defacık olsun görebilmek, eşiğine yuz sürebilmek arzusuyla yanıp tutuşmuştur. Daha önceki yıllarda okuduğunuz muhtelif sohbetlerde, bilhassa Vuslat Arzusu” (Canim Arzular Seni, s. 53-58) adlı yazıda, Peygamber aşıklarının Ravza-i Pak-i Resule duydukları hasreti dile getirmeye çalışmıştık, Bu sohbetimizde de ayni hasretle tutuşan bazı aşıkların iniltisine kulak verelim. Şairi bilinmeyen şu beyitte aşık, kendi gönlünde Ravza-i Resul’un engin ve müstesna bir yeri bulunduğunu, onun kainatta eşi menendil bulunamaz bir hazine olduğunu söyle ifade etmektedir: Gökyüzü İki Cihan Sultanı’nın Ravza’sını yeryüzünde görünce büyük bir kıskançlığa kapıldı ve Ah! Keşke ben de toprak olsaydım” dedi:
Ravza-i Sultan-i kevneyni zemin üzre görüp
Dedi reskinden felek ya leyteni kuntu turab
Neccarzade Seyh Rıza Efendi (o. 1159G1746) na’tının bir beytinde, cennet bahçelerinden bir bahçe olan Ravza-i Nebi’yi ziyaret eden aşıkların bütün muradlarına ermiş olacaklarını, artık cennete, oradaki hurilere ve köşklere ihtiyaç duymayacaklarını belirterek diyor ki:
Ziyaret eyler iken Ravza-i rızvanını uşşak
Ne hacet cennet u hur u kusura ya Resulallah
Yozgatlı Muhammed Said Fenni Resulullah’ın Ravza-i pakını görmeden ölecek olursa, vücudundan arta kalan kemiklerin kıyamete kadar eyvah” diye dövüneceğini söylüyor. Bütün arzusunun Ravza’nın eşiğine varıp Hicaz topraklarına yüz sürmek ve böylece şu dünyadan murad almak olduğunu söylüyor ve günahkar Fenni’yi lütufkar kapısından ayırmamasını talep ederek Ey Ebu’l-Kasım, ey Allah’ın Resulü sana sığındım” diyor:
Eğer görmezden evvel can verirsem Ravza-i paki
Mezarımda der ecza-yi izamım haşredek eyvah
Felekte olmeden bir kam alaydim asitanindan
Sureydim ruyumu hak-i Hicaz’a ah Efendim ah
Kulun Fenni-i pur-curmu ayirma bab-i lutfundan
Dahilek ya Ebe’l-Kasim, dahilek ya Resulallah
Bugün maddi imkanı olan Müslümanlar en seri vasıtalarla birkaç saat içinde Kainatın Efendisi’nin huzuruna varabiliyorlar. Ona duydukları derin özlemi ve şefaat niyazını yüce huzuruna sunabiliyorlar. Bir zamanlar tren ve gemi ile günlerce süren yolculuktan sonra Hicaz topraklarına varanlar, at, eşek ve deve sırtında veya yaya olarak kum çöllerinde aylarca yolculuk yapanlara nispetle daha şanslı idiler. Hac yolculuğu ne kadar zor şartlar altında yapılırsa yapılsın, Peygamber hasretiyle kavrulanlar o gönül çeken mübarek diyarda Resulullah’ın Ravza’sının amber kokulu toprağına yüz sürebilmek için her sıkıntıya seve seve katlanmaya razı olduklarını belirtmişler ve İffet Efendi gibi, Ey Allah’ın Resulü! Yeter ki sen Cenab-ı Mevla’nın senin ziyaretini bize nasip etmesini sağla” diye niyazda bulunmuşlardır:
Riyaz-i Ravza’ni gormek o anber hake yuz surmek
Muyesser kil muyesser kil muyesser ya Resulallah
Huzur-i Saadette
Medine’ye gitme ve Mescid-i Nebevi’de Resul-i Zişan’ı ziyaret etme bahtiyarlığına eren kardeşlerimiz, bu saadetin her kula nasip olmadığını düşünmeli ve ziyaret edeplerine son derece dikkat etmelidir. Allah’ın Resulü’nü hayatta iken görme imkanına sahip olsaydı, onun huzuruna çıkarken giyimine kuşamına, beden temizliğine ve ziyaret edeplerine nasıl riayet edecekse yine öyle yapmalıdır. Salat u Selamı dilinden düşürmemeli, gelmiş geçmiş bütün insanların en hayırlısının huzuruna gitmekte olduğunu hatırından çıkarmamalı, onun büyüklüğüne, şan ve şerefine uygun bir tavır takınmak gerektiğini hiç unutmamalı, gönlünü bu önemli buluşmaya hazırlamalıdır. Mescid-i Nebevi’ye girerken ve çıkarken okunması uygun olan duaları okumaya çalışmalı, Peygamber mescidine her girişte mutlaka iki rekat tahiyyetu’l-mescid namazı kılmaya gayret etmelidir. Resulullah Efendimizin yatmakta olduğu hücre-i saadete varınca yönünü oraya çevirmeli, soldaki yuvarlak pencerenin önünde ve bir iki adim uzakta durmalı, şebeke-i Muhammedi denilen parmaklıklara el sürmemelidir. Zira Resulullah’a saygı bunu gerektirir. Kainatın Efendisi’nin huzurunda bulunduğunu kendisine devamlı surette telkin ederek dünyevi düşünceleri zihninden atmaya çalışmalıdır. Onun sayesinde Müslümanlıkla şereflendiğini, bu devlete onun sayesinde erdiğini hatırlamalıdır.
Medine’de kaldıkları surece Mescid-i Nebevi’de daha çok bulunmaya, orada ibadet edip Kur’an okumaya, Salavat-ı Şerifeyi dilden düşürmemeye gayret etmelidir. Zaruri olan bir iki kelimelik konuşma dışında Mescid-i Nebevi’de kesinlikle sohbet etmemeli, diğer Müslüman kardeşlerinin manevi havasını bozacak, onları rahatsız ve tedirgin edecek davranışlardan uzak durmaya azami surette dikkat etmeli ve Efendim biraz ileride uyuyor” diye düşünmelidir.
Resulullah muhabbetiyle dolu gönüllerinizin onun Ravza-i saadetinde murada ermesini niyaz ederim, sevgili kardeşlerim...
Prof. Dr. M.Yaşar KANDEMİR
BİR SEVDADIR HAC YÜREKLERDE
Hac bir sevdadır yüreklerde. Hac bir taddır damaklarda. Bir idealdir. Bir buluşmadır. Bir aşktır. Bir inkılaptır. Hac İslam binasının beş temel direğinden birisidir.
Hac mukaddes bir görevdir. Bu mukaddes görevi ifa için dünyanın dört bir ucundan aynı inancın sancılarında olan mü'minler gelirler. Renkleri, ırkları ayrı olsa da aynı amaca yönelik gönüller burada buluşurlar. Beş vakit yöneldikleri kıblegahlarına yolculuk ederler. Zaten gönülleri bir olan mü'minler, bu baheneyle bedenlerini de birbiriyle buluşturmuş olurlar. Biri Çin'den gelmiştir, biri Hindistan'dan... Bir başkası diğer bir yerden... Nice zahmet ve telaş sonrası ulaşılmıştır buraya. Arınmak, yeniden doğmaktır idealleri. Geçmiş hayatlarına bir çizgi çekip yeni bir dünyaya, yeni bir hayata inkılap etmektir.
Hac "iman ettim" diyen herkesin gönlünde yer eden bir aşktır. Ramazan ayında bir televizyon kanalı akşamlan kameralarını Kabe'ye çevirince nicelerimiz en azından oranın havasını evimizde hissettik. Kendimizi ruhen oraya uçurduk. Onlar döndükçe biz de gönüllerimizle döndük.
Hac insana mahşerî andırır. Tıpkı Allah'ın huzuruna hesap vermek için fevc fevc dalga selinde yürüyen insanlar gibidir o izdiham. Hac müslümanları bir arada görmenin gururunu yaşamaktır. Üstelik buraya gelen insanlar sınırlamayla gelebilenlerdir. İstediği halde gelemeyen milyonlar var.
Hac'ta insanların üstüste oluşu birbirine cesaret veriyor. Keşke her işimizde bu beraberliklerimizi yakalayabilseydik.
İslam'ın ilk tohumunun saçıldığı mekanlardır oralar. Baktığı her yerde son elçinin hatıralarını yaşar hacı adayı zihninde O'nu hisseder O'na daha yakın görür kendisini.
Kabe bir sevdadır yüreklerde. İbrahim'in hatırası ve sevdasıdır O. Bizim sevdamız... Rasûlün sevdası... Hicret ederken geriye dönüp bakmıştı Rasûl sevda kentine. Buruk bir bakıştı bu. Ama Allah kalbini takviye etmişti "BİZ ŞENİ TEKRAR ORAYA DÖNDÜRECEĞİZ" mesajını iletmişti Allah elçisine... O sevdanın ecrini vermişti on yıl sonrasında... Hacı adayının sevda yollarıdır bu yollar.
Zamanında istenmemişti o kutlu elçi bu diyarda. -Deve işkembesi atmışlardı mübarek vücuduna bu topraklarda. Dikenler atılmıştı yollarına kuruyası ellerden.
Ama ilk vahiy merkeziydi burası. İslam burada yankısını bulmuştu.
Hacer İsmail'e su ararken bu beşeri gayrete ilahi bir mükafat olarak ZEMZEM suyu verilmişti. Fışkıran suyu görünce Hacer ZEM!.. ZEM!.. DUR!.. DUR!., diye bağırmış ama su durmamıştı.
ARAFAT hiç bir duanın reddolunmadığı yerdir.
Gördüğü rüyanın ilahi bir talep olduğunu anlamış, bilmişti İbrahim. Bu yüzden o güne "ARE-FE" "Bildi, Anladı" anlamında "ARAFE GÜNÜ" denilmişti. ARAFAT ta bu ifadeyi çağrıştırıyordu.
Ayrıca Adem ile Havva'nın yıllarca ayrı kalışları sonucu ilahi tecellinin bu yeryüzündeki ilk iki insanı buluşturduğu yerdir Arafat. Yine yıllarca yapılan duaların kabul edildiği yer. Yılların özleminin de giderildiği yer. İşte bu amaç bütün mü'minlerin amacı olmalı. Yine özlemlerin giderildiği, ümmetin mensuplarının hasbihal ettiği yer. Hacı adayı kusur aramaz mü'minlerde. İnsanların rengini, tavırlarını mezhep farklılıklarını tenkit etmez. Bizim örfümüzde zaten Hacca gidip gelen insandan bir mükemmellik beklenir. "Bir de hacca gitti üstelik" "Hadi hacı olmasa neyse ya..." gibi sözler bunun bir göstergesidir.
Kabe İslam varlığının kalbidir. Bu kalbe her sene taze kan pompalanıyor inananlarca. Taze kanla kalbin yenilenmesi gibi mü'minler de kendilerini yeniliyorlar. Giden bir kez daha gitmek istiyor. Gidenler bu sevdadan bir kor getiriyorlar. Beldelerinde anlattıkça o kor parçalanıyor.
Hac mali ibadettir. Canın yongası olan malına kıyar insan o sevda uğruna. Yepyeni bir dünyadır orası. Mü'minlerin yıllık kongresidir. Ülkelerindeki sorunlarını tartışır, çözüm yolları ararlar.
Dikişsiz elbiseyle sanki dünyadan eli boş döneceğimiz anlatılır, hatırlatılır sessizce. İbadetlerdeki zevkler bir başkadır burada. Her hacı adayının birbirinden alacağı dersler, ibretler vardır. Kültürlerin Karşılıklı aktarılmasıdır.
Hac mevsimi şeytanın en yoğun çalışma günleridir.
Hac bir sabır sınavının verilmesidir.
Hac da rütbeli rütbesiz aynı elbiseyi giyer. Tahsil, makam, mal varlığı hissedilmez hiç kimsede. Dillerde aynı dualar terennüm edilir. Ümmetin bir mensubu olduğunu idrak eder hacı adayı. Hac kardeşliğin pratiğe aktarılmasıdır.
Hac çileye talip olmaktır. Zengin olan kişi hac da aynı rahatını bulamaz Hac turistik bir seyahat değildir. Eğer öyle olsaydı Allah Kabe'yi çölün ortasına değil de daha görkemli bir coğrafya ya ikame ettirirdi.
Hacı adayı Allah'ın bir misafiridir. Ev sahibi nasıl ki misafire ikramda kusur etmezse, her dediğini nasıl ki yapmaya çalışırsa Allah'da kulun bütün dileklerine icabet eder. Kulun bağışlanma talebini kabul eder.
Hacı adayı o sene için seçilmiş ümmetin temsilcisidir. Bu ümmetin temsilcileri tüm mü'minler için dua ederler. Gidemeyenlerin selamlarını iletirler Rasûl'ü Kibriya'ya...
Cenab-ı Allah'ın bu mukaddes görevi tüm mü'minlere nasib etmesi dileklerimle...
Muammer DURAN Altınoluk Dergisi - Şubat 2001
ALLAH RESULU'NUN HACCI
Haccın fıkhını nereden öğreneyim?” sualine verilecek en güzel cevap hiç şüphe yok ki “Allah Rasulü’nün sünnetinden” cevabıdır. Zira sünnet, kendisine uyulmaya layık olandır. Bir hususta sünnette açık kapı bırakılmışsa, o konuda ibadet sahibine geniş bir manevra alanı tanınmışsa, birden fazla seçenek gösterilmiş veya sükût geçilmişse, bütün bunlar da sünnetin bir parçasıdır. Biz Rasulullah’ın ömründe yaptığı tek haccı, hac fıkhını kaynağından öğrenmek isteyenler için özetledik. Bunu yaparken birden çok kaynağa başvurduk. Sahabenin aynı konudaki farklı görüş ve uygulamalarını da dercettik ki, genişlik bulunan hususlarda darlık dayatılmasın.
***
Tarihen sabittir ki, Hz. Peygamber hicretten sonra 9 yıl haccetmeden durmuş, 10. yıl haccedeceğini ilan etmiştir. Rasulullah’ın bu tek haccı tarihe “Veda Haccı” olarak geçmiştir. Bu hac sırasında müminlere “Haccınızı benden alın” diye emretmiştir. Çünkü hac ibadeti İbrahimî bir gelenek olarak Cahiliyye döneminde de îfâ ediliyordu. Fakat hem amacından saptırılmış, hem de yöntemi tahrif edilmişti. Hz. Peygamber, cahiliyye insanının elinde aslı tanınmayacak şekilde tahrip ve tahrif edilen hac ibadetini yeniden inşa ve ihya etti.
Veda Haccı, Rasulullah’ın vefatından hemen önce yapılmıştır. Zaten, “Veda” ismini almasının nedeni de budur. Bu hac, “dinin ikmal, nimetin itmam edildiğini” müjdeleyen ayetin (5.3) fiili bir ezahürü olmuştur. Rasulullah, on binlerden oluşan müminler selinin huzurunda elçilik görevini yaptığına dair insanların tanıklığına başvurmuş, kendisi de bu tanıklığa Allah’ı şahit kılmıştır.
23 yıllık nübüvvet sürecinin sonuna denk gelmesi açısından hac ibadeti, tüm diğer ibadetlerin de taç yaprağını oluşturmuştur. Bu nedenledir ki hac ibadeti, Muhammedi şeriatın dayandığı temel ilkelere ilişkin birçok uygulama ve delili de bünyesinde barındırır. “Dinin ikmal edildiği” bir döneme denk düşen bu ibadet, İslam ibadet fıkhı için kurucu özne rolü oynayacak denli ayrıntılı ve zengin bir referans oluşturur. Tevatür derecesine ulaşmış ana çatısı ve en ince ayrıntılarına varana dek kayıt altına alınmış tabiatıyla hac ibadeti, ibadetlerin hikmetini kavramak isteyenler için de zengin bir veri kaynağıdır.
Hadisle iştigal edenler bilirler ki, gerçek bir “mütevatir haber” hadis eleştirisinin (cerh ve tadilin) konusu olamaz. Çünkü, buna kimsenin gücü yetmez. Zira hakiki tevatür, kayıt ve kuyûdât altına alınamayacak kadar çok ve farklı insanın naklettiği haberdir.
Biz burada, hadislere konu olan Veda Haccı’nı nakledeceğiz. Bunu yapmadaki amacımız, “hac ilmihalini” öğrenmek isteyen herkese haccın gerçek ilmihalinin Rasulullah’ın haccı olduğu hakikatini söylemektir.
Müslümanların zihnindeki peygamber tasavvurları farklı farklı olsa da, gerçekte Peygamber bir tanedir. O da bir tek hac yapmıştır ve bu haccı tüm Müslümanlara “model” olarak takdim etmiştir. Bu takdimi talimatıyla pekiştirerek “Haccınızı benden alınız” buyurmuştur.
Rasulullah’ın Veda Haccı’nı birçok sahabi nakletmiştir. Bu nakillere farklı versiyonları ve lafızlarla birçok hadis derlemesi yer vermiştir. Biz bu rivayetlerin en sahih ve en meşhurlarını bir potada cem ederek nakledeceğiz. Rivayetlerin çoğu Cabir b. Abdullah, Âişe bt. Ebubekir, Abdullah b. Abbas, Abdullah İbn Ömer gibi önde gelen sahabilere dayanmaktadır. Bu rivayetleri başta Buhârî ve Müslim olmak üzere, birçok hadis kaynağı müştereken ya da münferiden nakletmişlerdir. Rasulullah’ın sünneti olan Veda Haccı’nı naklederken, yeri geldikçe hadislere de başvuracağız. Bu ayrımı, “sünnet” ve “hadis”in aynı olduğunu zannedenleri uyarma maksadıyla yaptığımızı da hemen vurgulamış olalım.
Şimdi Veda Haccı’nı anlatmaya geçebiliriz.
***
Rasulullah’ın hac ilanını duyan insanlar, onunla birlikte hac ibadetini yapabilmek için akın etmişti. Rasulullah Medine’den çıkmış ve Zülhuleyfe denilen yere gelmişti. Burada önce yıkandı, koku süründü, iki rekât namaz kıldı. Beline belden aşağısını örten bir örtü (izar) doladı. Omuzlarından aşağıya da yine bir başka örtü (rida) alarak ihrama girdi. Cinsel birleşme dışında ihram yasaklarından birini çiğneyene üç alternatifli bir fidye gerektiğini, Rasulullah’ın şu hadisinden öğreniyoruz: “Ka’b b. Ucra’dan: Hudeybiye zamanında Rasulullah onun yanına uğrayarak “Başına musallat olan haşere sana eziyet mi etti?” diye sormuş, Ka’b da “Evet” demiş, bunun üzerine Rasulullah şöyle yol göstermiştir: “Başını tıraş et. Sonra ya kurban olarak bir koyun kes, ya üç gün oruç tut, ya da üç sa’ hurmayı altı fakire yedir.” (Müslim, Hac, 80-86; ayrıca, Buhârî ve Ebu Davud) Bu üç şıktan kolay olanı yapmak ruhsat, zor olanı yapmak azimet sayılsa gerektir.
“İbn Abbas’la Misver b. Mahreme, Ebva denilen yerde ihtilaf etmişler. İbn Abbas “İhramlı bir kimse başını yıkayabilir” derken Misver “yıkayamaz” der. Ravi Abdullah b. Huneyn dedi ki: “Bunun üzerine İbn Abbas beni Ebu Eyyub el-Ensari’ye gönderdi. Ebu Eyyub’a durumu arz ettim. O elbisesini başı görününceye kadar çekip indirdi. Başına su dökülmesini istedi ve başını elleriyle ovarak yıkadı ve dedi ki: “Ben Rasulullah’ın işte böyle yaptığını gördüm.” (Buhârî, Müslim, Nesâi, Ebu Davud, İbn Mâce)
“Âişe’ye ihramlının vücudunu kaşıyıp kaşıyamayacağı soruldu. Âişe, “Evet, bedenini kaşısın, hatta var gücüyle kaşısın” dedi.” (Buhârî, Müslim) Malik’te şu fazlalık yer alır: “Ellerim bağlansa ve ayaklarımdan başka kaşıyacak yerim olmasaydı, ayaklarımla kaşırdım.” (Aynı rivayet İbn Abbas, Cabir, Said b. Cübeyr, ‘Atâ ve İbrahim Nehaî’den de gelmiştir.)
“Rasulullah ile Ebubekir’in tüm yol eşyalarını bir deve taşıyordu. Bu deveyle ilgilenmesi için bir köle görevlendirilmişti. Arc denen yere gelindiğinde, geride kalan bu deveyi bekleyen Ebubekir, kölenin devesiz geldiğini gördü. Sorduğunda, kölenin deveyi kaybettiğini öğrendi. “Bir tek deveye sahip çıkamadın mı?” diyerek köleyi dövdü. Rasulullah, bir yandan tebessüm ediyor, bir yandan da “Şu ihramlıya bakın, ne yapıyor!” diyordu. Bundan başka bir şey söylemedi.” (Esma’dan; Ahmed, Ebu Davud ve İbn Mâce)
“Nebi aleyhisselam Arafat’ta bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu: Alta sarınacak ihram bulamayan Müslüman don giysin; takunya bulamazsa mestlerini giysin.” (İbn Abbas’tan, Buhârî, Müslim ve Ahmed)
“İhramlıyken biri öldü. Rasulullah şöyle buyurdu: “Bunun başını örtmeyin ve koku sürmeyin; çünkü o kıyamet günü telbiye getirerek dirilecektir.”
Rasulullah ihrama girdikten sonra telbiye getirmeye başladı:
Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke la şerike leke lebbeyk, inne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, lâ şerike lek.
Rasulullah’ın haccının türü neydi? Hz. Aişe’den gelen rivayet buna cevap niteliğindedir: “Veda Haccı senesinde Rasulullah ile birlikte çıktım. Kimimiz yalnız umreyi, kimimiz hac ile umreyi, kimimiz de yalnız haccı niyetine almıştı. Rasulullah ise yalnız hacca niyetlendi (Buhârî ve Müslim). Müslim’in Atâ’dan rivayetine göre Rasulullah yanında kurbanını getirmeyenlerin umreyi yaptıktan sonra ihramdan çıkmalarını emretmiş, bunu kötü gören cahiliyye geleneğinin etkisinde kalanlara da “Yanımda kurbanım olmasaydı mutlaka ben de sizin çıktığınız gibi ihramdan çıkardım. Geride bıraktığım bu iş bir daha başıma gelecek olsa yanımda kurban getirmezdim. Fakat siz ihramdan çıkın.”
“İnsanlardan bazıları farklı şekillerde telbiye getirdiler. Rasulullah onlara müdahale etmedi” (Cabir’den; Müslim)
“Abdullah b. Ömer “Lebbeyke lebbeyk, lebbeyke ve sa’deyk, ve’l-hayru bi-yedeyk, lebbeyke ve’r-rağbâ’, ileyke ve’l-‘amel” diye telbiye getirirdi. (Nafi’den; Malik)
“İbn Ömer sahabenin telbiyeye yaptıkları fazlalıkları duymuş, fakat onlara bir şey dememiştir.” (Ebu Davud ve Beyhaki)
Hz. Peygamber telbiye getirmeyi, evrendeki varlıkların ilahi korosuna bir katılım olarak görmüştür. Bu görüşünü de şöyle dile getirmiştir: “Hiçbir Müslüman yoktur ki, telbiye getirsin de, yeryüzünün bir ucundan öbür ucuna sağında ve solunda olan taş, ağaç, toprak onunla birlikte telbiyede bulunmasın.” (Tirmizi, Hac, 14; İbn Mâce, Menasik, 15)
Hz. Peygamber, bu ulvî sloganın yüksek sesle söylenilmesini emretmiştir.
Rasulullah’ın ihrama girdiği Zülhuleyfe’de Esma bt. Umeys doğum yapmış ve kendisinin nasıl yapması gerektiğini sormuştur. Bunun üzerine Rasulullah ona “Yıkan ve (ped görevi görecek) bir giysi, bir kuşak sarın, sonra da ihrama gir!” buyurmuştur. (Müslim, Hacc, 147)
Rasulullah’ın bu hac yolculuğu sırasında, hayata ait farklı durumlar zuhur etmiştir. O da bu durumlara uygun çözümler geliştirmiştir. Bu bağlamda kafile Serif adlı mevkiye geldiğinde Rasulullah’la birlikte hac yolculuğuna çıkan eşi Hz. Aişe hayız görmüş ve bunun üzerine ağlamaya başlamıştır. Rasulullah onu şöyle teselli etmiştir:
“Fesübhanallah. Niçin ağlıyorsun ey Aişe? Bu Allah’ın Âdem kızlarına takdir buyurduğu bir şeydir. Bir hacı ne yapacaksa sen de onu yap. Yalnız tavafı temizlendikten sonraya bırak.” (Müslim, Hac, 132 ve 133; ayrıca, Buhârî, Hayd, 7)
Rasulullah Kâbe’ye vardığında Hacerülesved’in bulunduğu köşeyi selamlamış ve yedi kez tavaf etmiştir. Bu turların ilk üçünde hızlı yürümüş (remel) son dördünde normal yürümüştür. İhramın ucunu sağ koltuğun altından çıkarıp sol omuza alarak omuzu açıkta bırakmak demek olan “ıztıba”nın sünnet olmayıp tavafta kolaylık olsun diye yapıldığı çoğunluğun görüşüdür. İmam Malik “Böyle yapmak müstehap olmaz. Çünkü ızdıba bilinmeyen bir şeydir. Rasulullah’ın böyle yaptığını da kimse görmemiştir” der.
“İbn Ömer’den: “Rasulullah Hacerülesved’e döndü. Onu selamladıktan sonra dudaklarını taşın üzerine koyarak için için gözyaşı dökmeye başladı. Ömer de onun ağladığını görünce içten ağlamaya başladı. Onun gözündeki yaşları gören Rasulullah dönüp dedi ki: “Ey Ömer! Burada yaşlar dökülür.” (Hakim, Müstedrek) Rasulullah’ın Hacerülesved’i öpmesi, Kâbe’yi yeniden inşa ve ihya eden Hz. İbrahim’in elini öpmesini sembolize eder. Çünkü Hacerülesved Hz. İbrahim’den geriye kalan tek orijinal hatıradır. Bunu Mühelleb’in şu sözünden de çıkarmak mümkündür: “İbrahim aleyhisselamın Kâbe’yi yaparken kullandığı taşlardan sadece Hacerülesved’in kalmış olduğu ancak böylece kesin bir şekilde bilinmiş olur. (Nakleden: Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, II, 133)
“Ömer’in oğlu Hacerülesved’de sıkışır, hatta burnu kanardı. Rasulullah Ömer’e dedi ki: “Ey Hafs’ın babası, sen güçlü bir adamsın. Hacerülesved’de insanları sıkıştırma. Yoksa zayıflara eziyet verirsin. Eğer bir boşluk bulursan selamlama yap, şayet bulamazsan tekbir al geç.” (İmam Şafii, Sünen)
Turlar sırasında sadece Yemen tarafındaki iki rüknü selamlamış ve diğer ikisini selamlamamıştır. Bakara Sûresi’nin 201. âyetini dua olarak okumuştur: “Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru!”
Sonra Kâbe’nin makam denilen taşın bulunduğu mevkiinde, Kâbe’ye yönelerek iki rekât namaz kılmış, birinci rekatta Kafirûn, ikinci rekâtta İhlas sûrelerini okumuştur.
Sonra kapıdan Safâ’ya çıkmış ve oraya yaklaşınca İnne’s-Safâ ve’l-Mervete min şe’airillah(“Hiç şüphesiz Safâ ve Merve Allah’ın sembollerindendir” 2:158) âyetini okumuştur. Âyette ilk geçen “Safâ”yı kastederek “Allah’ın başladığı yerden başlayın” buyurmuş ve sa’yine Safâ’dan başlamıştır.
Kâbe’yi görecek şekilde Safâ tepesine çıkmış, orada kıbleye yönelmiş, şöyle tevhid ve tekbir getirmiştir:
Lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh.
Lehu’l-mulku ve lehu’l-hamdu ve huve ‘alâ kulli şey’in kadîr.
Lâ ilâhe illalâhu vahdeh.
Enceze va’deh.
Ve nasara ‘abdeh.
Ve hezeme’l-ahzâbe vahdeh.
(“Bir tek Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur, O’nun ortağı yoktur.
Mülk O’nundur ve hamd yalnızca O’na mahsustur ve O her şeye güç yetirendir.
Bir tek Allah’tan başka tanrı asla yoktur.
O vaadini yerine getirdi.
Kulunu zafere erdirdi.
Tek başına (küfrün) bütün müttefiklerini bozguna uğrattı.”)
Sonra dua etti. Yukarıdaki sözlerini tekrarladı. Merve tepesinde de böyle yaptı. Böylece bu iki tepe arasında yedi kez gidip gelerek sa’yini tamamladı.
“Rasulullah sa’y yaparken damadı Ali, yanında develerle birlikte Rasulullah’a kavuştu. Eşi Fatıma’yı ihramdan çıkmış buldu. Üzerinde ihramlının giymesi mahzurlu olan kokulu bir boyayla boyanmış elbise vardı. Gözlerine de sürme çekmişti. Onun bu durumu Ali’nin hoşuna gitmedi. Fâtıma, “Babam böyle emretti” dedi. Ali, doğruca Rasulullah’a gidip durumu arz etti. Rasulullah da “Fâtıma doğru söylemiş. Sen hacca hangi niyetle çıktın?” diye sordu. Ali dedi ki: “Ya Rabbi! Rasulünün niyetiyle çıkıyorum, dedim”. Rasulullah “Ama ben yanımda kurban getirdim” dedi ve ekledi: “Şu halde ihramdan sen de çıkma”. (Müslim ve Ebu Davud) Dihlevi der ki: “Kurbanlık sevk etmek ihramdan çıkmaya engeldi. Çünkü kurban sevk etmek onu boğazlayıncaya kadar ihram üzere devam edeceğine dair bir tür nezirdir. İnsanın üstlendiği şey sadece içinden geçen bir düşünce ya da mücerret bir niyetse, bir eylemle kayıtlı değilse, bir önemi yoktur. Ama bir eylemle tesbit edilmiş ve kayıtlanmışsa, artık ona riayet gerekir. Bunu belgelemek ise çeşitli şekillerde olur. Bunun en alt mertebesi dil ile söylemektir (dille niyet). En güçlüsü ise sözle birlikte murad ettiği hale özel aleni bir fiilin bulunmasıdır. Kurbanlık sevki işte bu cümledendir. (Huccetullahi’l-Baliğa, Daru’t-Türas, Kahire-1355, II, 63) Kemal ibn Hümam şöyle der: “Rasulullah’ın haccını rivayet edenlerden hiç birinin Rasulullah (sav)’den “Umreye niyet ettim” veya “Hacca niyet ettim” sözünü işittiğini bilmiyoruz” der.
Zilhiccenin 8’ine denk gelen Terviye Günü Rasulullah Mina’ya çıktı. Öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını Mina’da kıldı. Güneş doğuncaya kadar bekledi ve sonra yola koyularak bir tarafı Arafat diğeri Müzdelife'ye açılan Nemire vadisinde konakladı.
Rasulullah’ın Mina’da mola vermesi, kafiledeki insanların ihtiyaçlarını giderme amacını taşıyordu. Bir diğer gerekçesi de vaktinden önce Arafat’a çıkmamak istemesiydi. Eğer Arafat’a erken çıksaydı insanlar bunu sünnet edinirler vaktinden önce oraya varmaları gerektiğini düşünürlerdi.
Nemire’de gün ortası olunca Rasulullah devesi Kasvâ’nın hazırlanmasını emretti. Vadinin ortasına geldi ve meşhur Veda Haccı hutbesini irat etti. Bu hutbede, sanki bütün bir insanlık onu dinliyormuş gibi, tüm insanlığa hitap etti. Yeryüzünün en kapsamlı ve ilk insan hakları bildirisi olma vasfını taşıyan bu hutbe şöyle kayıtlara geçti:
“Ey İnsanlar!
Kanlarınız, mallarınız ve namuslarınız, tıpkı şu içinde bulunduğunuz gün gibi, bu ay gibi, şu belde gibi dokunulmaz ve mukaddestir.
Biliniz ki, cahiliyyenin her şeyi ayaklarımın altındadır.
Cahiliyye döneminden kalan kan davaları hükümsüzdür. İptal ettiğim ilk kan davası bizim kanlarımızdan İbn Rebia b. Haris’in kanıdır.
Cahiliyyeden kalma faizler de hükümsüzdür. İptal ettiğim ilk faiz, bizimkilerden Abbas b. Abdulmuttalib’in faizidir. Bundan böyle faizlerin tümü hükümsüzdür.
Kadınlarınız hakkında Allah’tan korkun Allah’tan. Onları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Yine Allah adına onları kendinize helal kıldınız. İstemediğiniz kimseleri hanenize almamaları sizin onların üzerindeki hakkınızdır. Onların da sizin üzerinizde (karşılıklı hak ve sorumluluk esasına) uygun hakları vardır. Nafakalarını, giysilerini temin bunlardandır.
Size sımsıkı sarıldığınız takdirde bundan böyle dalalete sapmayacağınız bir şeyi, yani Allah’ın kitabını bırakıyorum. Ahirette beni sizden soracaklar. Buna ne cevap vereceksiniz?
Hep bir ağızdan “Şehadet ederiz ki, sen Risaletini tebliğ ettin, görevini yaptın ve bize hayır öğüt verdin!”
Bunun üzerine Rasulullah işaret parmağını kaldırıp şöyle dedi:
Şahit ol ya Rab!
Şahit ol ya Rab!
Şahit ol ya Rab!
Sonra ezan okunmasını ve kamet getirilmesini emretti. Önce öğle namazını kıldırdı. Sonra yeni bir kametle ikindi namazını kıldırdı. Bunların arasında başka bir namaz kılmadı. Sonra hayvanına bindi. Bir kayanın yanına geldi ve orada vakfe yaptı.
Sonra Müzdelife’ye hareket etti. Burada Akşamla Yatsı namazını birlikte kıldırdı. Sonra şafak atıncaya kadar istirahat etti. Yine aynı yerde ezan ve kametle sabah namazını kıldırdı. Kasva’ya binerek Meş’arilharam’a geldi. Orada kıbleye döndü, tekbir, tehlil ve tevhid getirdi. Ortalık ağarınca, güneş doğmadan hemen önce oradan Mina’ya doğru hareket etti.
Rasulullah Müzdelife gecesi hiç aksatmadığı gece namazını (teheccüd) kılmamıştır. Dihlevi, bunu şöyle açıklar: “Çünkü o, müstehap olan birçok şeyi yapmayı arzu ettiği halde, insanlar sünnet edinirler kaygısıyla yapmamış, terk etmiştir.” (Huccetullahi’l-Baliğa, II, 64)
Sonra Akabe cemresine geldi. Burada, vadinin içinde durarak 7 ufak taş attı. Dihlevi, Rasulullah’ın ilk gün erken vakitte şeytan taşlamasının illetini “kolaylık” olarak zikreder. Böylece daha sonra gelen yoğun vazifelere zaman kalmış olacağını îmâ eder. (Age, II, 64). Gazzali Şeytan taşlama konusunda, “Şeytan İbrahim’e musallat oldu. İbrahim de Şeytanı gördüğü için taşladı. Ama bana Şeytan musallat olmadı ve görünmedi” diyerek akılcı bir yaklaşımla Şeytan taşlamaktan vazgeçecek birine şöyle söyler: “Bil ki hatırına gelen bu fikir tam da Şeytandandır. Senin taşlamadaki azmini kırmak, sana faydalı olmayacak şeyleri hayal ettirmek ve “Bu hareketin oyuna benziyor, niçin buna zaman ayırıyorsun?” demek için senin kalbine bu fikri koymuştur. Ciddi bir gayretle ve Şeytanı taşlayarak bu fikri içinden kov. Bu şekilde Şeytanın burnunu yerde süründürmüş olursun. Bil ki sen görünüşte Akabe’de çakıl taşları atıyorsun. Gerçekteyse o taşları Şeytanın kendisine atarak belini kırıyorsun. Çünkü Şeytanın burnunu sürtmek ancak Allah’ın emrine tam bir teslimiyetle uyarak olur.” (İhyau ‘Ulumi’d-Dîn, Kahire, 1998, I, s. 351)
Saîd b. Malik’ten: “Hacda Nebi ile birlikte döndüğümüzde, içimizden bazıları “Ben altı taş attım”, bazılarıysa “Ben yedi taş attım” diyordu da birbirimizi ayıplamıyorduk. (Seyyid Sabık, Age, II, 161)
Sonra Rasulullah kurban keseceği yere geldi ve kendi eliyle 63 kurban kesti. Bunu Allah’ın kendisine bahşettiği her yıla bir şükür nişanesi olsun için yapmıştı. Kestiği kurbanın etinden yedi ve onun suyuyla pişirilen çorbadan içti.
Abdullah b. Amr’den: Rasulullah Mina’da insanların arasında duruyor, insanlar ona durmadan soru soruyorlardı. Biri geldi “Ya Rasulallah! Bilmeyerek kurban kesmeden önce tıraş oldum” dedi. Nebi “Kurbanını kes, sana bir vebal yoktur” dedi. Bir başkası gelerek “Ben bilmeden şeytan taşlamadan önce kurban kestim” dedi. “Git taşını at, sana da bir vebal yoktur” dedi. Ravi diyor ki: Rasulullah o gün bu mesele hakkında “şu işi önce yaptım veya sonraya bıraktım” şeklinde ne kadar soru sorulduysa onlara “yap, bir günah yoktur” diye cevap verdi. (Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, II, 157)
Bu meyanda, Şah Veliyyullah Dihlevi şöyle der: “Kurban kesmeden önce tıraş olan, şeytan taşlamadan önce kurban kesen, akşamdan sonra şeytan taşlayan, tıraş olmadan önce ifada tavafı yapan kimseler hakkında “la harac” (bir beis yoktur) diyerek kendilerine keffaret lazım gelmeyeceğini beyan buyurmuştur. Doğrusu müstehaplığı ifade için “La harac” ifadesinden daha açık bir söz olduğunu bilmiyorum (Huccetullahi’l-Baliğa, II, 65)
Daha sonra Rasulullah Kâbe’ye doğru yola koyulmuş, öğle namazını Kâbe’de kılmış, tavaf yapmış ve Zemzemden içmiştir.
Mina günleri bitince Ebtah’a inmiş, veda etmeden önceki son tavafını yapmış ve oradan ayrılmıştır.
Bir rivayete göre, Rasulullah bu hacdan 55 gün sonra dâr-ı fena olan bu dünyadan dâr-ı bekâ olan ahirete yürümüştür.
Mustafa İslamoğlu
Selamun aleykum, Umre Turları ile alakalı her türlü bilgiyi buradan bulabilirsiniz. Aynı zaman da hac ile alakalı neler yapıldığı ile ilgili de birçok bilgi bulunuyor.
YanıtlaSil